Ben isteseydim, beni çoktan öpmüş olurdun.” Bir an için sustu, sonra devam etti: “Çocuk gibisin, şımarık bir çocuk gibi. Hani başına bir felaket gelen, bir şeyi eksik kalan, ama bunun söylenmesinden hoşlanmayan, acı çektiğinin bilinmesini istemeyen bir çocuk gibisin. Bu yüzden acıma hissi uyandırıyorsun. Başkalarıyla konuşurken hep kötü kalpli, fesat biri gibi davranıyorsun. Sen korkuyorsun Corrado.”
“Savaştan, bombalardan olmalı bu.”
“Hayır, sen böylesin işte,” dedi Cate. “Sen böyle yaşıyorsun. Şimdi de Dino yüzünden korktun. Onun senin oğlun olmasından korktun.”
Bahçedekiler bize seslendiler. Cate’yi çağırıyorlardı. “Dönelim,” dedi alçak sesle. “Sakin ol, kimse senin huzurunu bozmayacaktır.”
Beni kolumdan tutmuştu. Onu durdurdum. “Cate,” dedim, “Dino konusu doğruysa seninle evlenmek istiyorum.”
Ne güldü, ne heyecanlandı, öylece baktı bana.
“Dino benim oğlum,” dedi. “Haydi gidelim.”
Onu ilk gördüğüm geceye benzer rahatsız bir gece geçirdim. Bu kez Elvira bir süredir rahatsızdı, yatıyordu. Şimdi gece-gündüz tepede olduğumu bildiğinden, güvenlikte olduğumu düşünüyor, bana karışmıyordu. Bana tek kızdığı konu topladığım otlara, doğa çalışmalarına karşın, onun bahçesindeki çiçeklerin adını bilemememdi. O koyu kırmızı, etli, çirkin bitkiler hakkında gerçekten bir şey bilmiyordum. Bundan söz ederken Elvira'nın gözlerinin içi gülüyordu.
“Gecelerin kötücül düşünceleri,” dedim ona, “çiçeğe dönüşürler. Bunlara bir ad yetmez. Tabiat bilgisi bile bir yerde durur.” O gülüyor, kollarını kavuşturuyor, benim bu oyunumla eğleniyordu. O gece, masadaki vazoya bu çiçeklerden bir tane konmuştu. Kendi kendime, Cate bu derken bir çatırtı işittim ve Belbo ortaya çıktı. Yalnızdı. Kolumu uzattım ve “Git,” dedim.
“Git Dino’yu al gel. Haydi git.” Eğildi ve burnunu toprağa dayadı. Ben de bir taş almak üzere eğildim. O zaman Belbo ayağa sıçradı ve bana karşı havlamaya başladı. Taşı aldım. Belbo yavaşça yola doğru yürüdü.
Çeşmeye, o yağlı ve çamurlu bitkilere vardım.
1 comment