Ağaçların arasından gökyüzü ve uçaklar görünüyordu. Bu serinlikte köpüksü, neredeyse denizin tuzunu çağrıştıran bir koku vardı. ‘Savaşın, dökülen kanın ne önemi var,’ diye düşünüyordum. Ağaçların arasından böylece göğü görebildikten sonra. İnsan buralarda koşabilir, kendini otlara atabilir, kovalamaca, yakalamaca oynayabilirdi. Kır yılanları, tavşanlar, çocuklar böyle yaşıyorlardı. Her şey eski haline dönüyordu. Barış, eski günler, eski kinler geri geliyorlardı. Dökülen kanı toprak emmişti. Kentler soluk alıyordu. Yalnızca ormanlarda hiçbir şey değişmiyordu, bir şehidin düştüğü yerde yeni bitkiler kökleniyordu.
Dino elinde sopası, önünde Belbo, ıslık çalarak geldi. Giulia’nın hiçbir şey söylemediğini, benim onu beklediğimi kendiliğinden anladığını söyledi.
“Yüzünde ne var?” diye sordum ve iki elimle yüzünü tutarak, onu inceledim, elledim. Gözlerini, gözkapaklarını, profilini. Ama bir çocuğun bir büyüğe benzediği söylenebilir miydi? Buna hep gülüp geçerdim. Şimdi bunun bedelini de ödüyordum demek. Dino huzursuzca gözlerini çeviriyor, yanaklarını şişiriyor, öfleyip püflüyordu. Mutlaka bir şey bulunacaksa bu inatçı nefreti bana benziyor denebilirdi. Bu surat buruşturuşta kendi çocukluğumu görmeye çalıştım. Köyün bağlarında gezindiğim günlerde, benim de incecik bir boynum olduğunu hatırladım.
Sonra yürümeye koyulduk.
“Bu sabah en tepeye çıkacağız.” Bizim köyde nasıl üzüm ezdiğimi anlattım ona. “Bütün erkekler ve erkek çocuklar ayaklarını yıkarlardı. Ama yalınayak gezenlerin ayakları bizimkilerden temiz olur.”
“Ben de bazı günler çayıra yalınayak girerim,” dedi Dino.
“Sen üzüm ezmeye pek yaramazsın. Pek ağır değilsin. Tam olarak kaç yaşındasın?”
Bana söyledi. Ağustos sonunda doğmuştu. Ama ben Cate’yi kasımda mı, ekimde mi terk etmiştim? Bunu hatırlayamıyordum. O akşam istasyondan aynldığımızda hava serindi. Sis vardı. Acaba kış mıydı? Hayır, hatırlayamıyorum. Yalnızca ağustos sıcağında Po kenarındaki çalılıklardaki oynaşmalarımız geliyordu aklıma.
Zirvedeki geniş yola vardığımızda nefes nefese kalmıştık. Pino’nun smırındaydık.
1 comment