“Yaşasın Aurelio.”

Evin arkasında tepe göğe doğru yükseliyordu. Evler ve ormanlar şuraya buraya serpilmişti. Şu bekleyen, girip çıkan, konuşan insanlardan kaçı tepeyi görüyordur diye merak ettim. Bu mahallelerde tuhaf ama hiç yıkılan ev yoktu. Fonso’ya akşam yukarı gelip gelemeyeceğini sordum.

“Torino’da yapacak iş var,” dedi bana, “gözlerimizi dört açmalıyız.”

Dev bunu da başıyla onayladı.

“Ya kadınlar neredeler?” dedim. “Cate hastanede mi kaldı?”

“Bu akşam bize katılın,” dedi Fonso. “Hepimiz toplantıya gidiyoruz.”

“Ne toplantısı?”

Fonso çocuk gibi kıkırdadı. “Ya alanda, ya da gizli bir yerde bir toplantı. Bakalım. Bu hükümetin işi belli olmaz. Eskiden hapishaneler emin yerlerdi hiç olmazsa.” Onları nerede bulabileceğimi öğrendim. Ötekinin koca elini sıktım. Güneşin altında yürüyüp gittim. Kent merkezinde bir kahvede karnımı doyurdum, oradakiler sanki hiçbir şey olmamış gibi çene çalıyorlardı. Tek bir şey kesindi -bunu düşman radyolar da söylemişlerdi-birkaç gün için gökten bomba yağmayacaktı. Okula uğradım, ama kimseler yoktu. Bunun üzerine yapayalnız dolaştım. Kahvelerde oyalandım, bir kitapçıda kitapları karıştırdım, anıları olan eski evlerin önlerinde durdum, bu anılar artık burukluklarını bütünüyle yitirmişlerdi. Her şey yenilenmiş, taze, güzel, sanki bir fırtınadan sonraki gökyüzü gibiydi. Bunun böyle sürmeyeceğini biliyordum ve adım adım Cate’nin çalıştığı hastaneye doğru yürüdüm.

VIII

Gece, tepeye kolumda Cate, önümde uykuyla süzünen Dino ile çıktım. Akşam yemeğimizi Fonso’nun kaldığı evin dördüncü katında, kız kardeşleri, komşularıyla gülerek, radyo dinleyerek, her türlü direniş kuşkusuna ve yoldan geçen grupların seslerine kulak kabartarak, hep birlikte yedik. Söylentiler ve umutlar dolu bu yaz gecesi, sonunda başıma vurdu. Sonra hep birlikte taş avluya indik, yarı karanlıkta -insanlar, işçiler, komşular, kızlar gelip gidiyordu- ve gençten bir adam, zar zor ayakta duran bir balkona çıktı ve o günlere ve yarınlara ait fazlasıyla iyimser, ateşli bir konuşma yaptı. Bu halktan yana sözleri duymak bir düştü sanki. Heyecan bana da bulaştı, ‘Bu insanlar ne propagandalardan, ne de terörden etkilenmişler,’ diye düşündüm. İnsanlar, sanıldığından daha iyi durumdalar. Sonra başkaları konuştu, yüksek sesle tartışıldı. Derken o dev yeniden çıktı ortaya. Temkinli olmaya çağırdı onları, ama alkışlarla susturuldu. “O hapse de girdi,” diye açıkladılar bana.