Ben su yataklarına, köklere, çimenli yamaçlara baktıkça kanım kaynıyordu; hayatın acımasızlığı, bir kadının yabanıllığını bu ormanın derinliklerinde aklıma bile getirmiyordum. Hatta Elvira’nın kırmızı çiçekleri burada beni güldürüyordu. Dino da gülüp geçiyordu. —Neye mi?— Kadınlara, Sybil’e. Kabalaşıyor, omuz silkiyor, konuyu kapatıyordu. Neler biliyordu acaba? İçgüdüsel mi, deneyim mi bilinmez, ama ikimiz aynıydık. Bu konuşmadan anlaşmamız hoşuma gidiyordu.
Alarmlar ve uçakların geçişleri çok geçmeden yeniden başladı. Sonra ilk fırtınalar, ajan aydınlattığı ağustos göklerinde gürlemeye koyuldular. Fonso ve ötekiler yeniden ortaya çıktılar. “Bu İngiliz aptalları,” diyorlardı, “bir aylık gizli bir çalışmayı mahvetmek için bir hücumun yettiğini bilmiyorlar mı? Ev yanarsa bize de kaçmak düşer.”
“Bunu çok iyi biliyorlar. Ama bizim çalışmamızı istemiyorlar,” dedi Nando. Hepsi aralarında anlaşmış; o gece aramızda iş tulumlu dev de vardı. Adı Tono idi. “Savaş hep savaştır,” dedi ve başını salladı.
“Siz güldürüyorsunuz beni,” dedim. “Biz bir savaş alanıyız. Eğer İngilizler faşizmin barakasını yıktılarsa, bunun yerine bir villa inşa edip, bize armağan etmek için yapmadılar herhalde. Yalnızca atış alanlarında engebe istemiyorlar o kadar.”
“Ama biz varız,” dedi Fonso, “ve bizi ortadan kaldırmak o kadar da kolay değil.”
“Kolay değil mi? Ekinlerimizi yaksalar yeter. Bunu yapıyorlar zaten.”
Nando söze karıştı: “Savaş bir kunduz işidir. Toprağın altına girmek yeter.”
‘Yapın o zaman,” diye bağırdım. “Saklanın ve kesin. İtalya’da bir Alman olduğu sürece düşünmek boşuna.” Giulia, ya da başkası, hatırlamıyorum, şöyle dedi:
“Öğretmen Bey kızdı.”
Cate: “Kim sana kımılda diyor ki?”
Bütün gözler bana bakıyordu. Dino da.
Her sefer susup dinleyeceğime dair kendi kendime yemin ediyordum; başımı sallayıp dinleyecektim. Ama ben o tedirginliklerden, bekleyişlerden ve boşuna umutlardan örülü tedbirli denge içersinde günlerimi geçiriyordum, bu durum tam bana göreydi, hoşuma gidiyordu. Keşke sonsuza kadar sürseydi. Başkalarının sabırsızlığı bu durumu tehlikeye sokabilirdi. Uzun zamandır kımıldamamayı, dünyayı çılgınlığı ile baş başa bırakmayı alışkanlık edinmiştim. Şimdi Fonso’nun ve arkadaşlarının bir hareketi her şeyi ‘belki’ye dönüştürüyordu. İşte bu nedenle öfkeleniyor ve tartışıyordum.
“Faşizm düştüğünden beri,” dedim, “şarkılarınız işitilmez oldu. Neden?”
“Haydi, şarkı söyleyelim,” dedi kızlar. Sesler yükseldi.
1 comment