Sizler bunu anlayamazsınız.”

“Sizler değilim ben,” diye kestim sözünü. “Ben yalnızım. Olabildiğince de yalnız olmaya çalışıyorum. Şimdi yalnızca yalnız olanların delirmediği günleri yaşıyoruz. Bak Nando, nasıl acı çekiyor.”

Cate durdu ve öfkelendi. “Hayır, sen Nando gibi değilsin,” dedi, “sen rahatını hiç bozmuyorsun. Akşama görüşürüz.”

“Çabuk dön,” diye bağırdım.

Yeniden aynı sokaklar, meyve bahçesi, kadınlar. Serin ve sakin tepeler, her zamanki konuşmalar. “Belki Almanlar buraya kadar gelmezler,” dedim Elvira’ya. Egle’ yi sordum, hâlâ her şeye burnunu sokuyor muydu? “Neden?”

“Bunu çok iyi biliyorsun,” dedim.

Güçlükle de olsa Münih Radyosu’nu dinleyebildim.

Faşistler gerçekten de yeniden başkaldırıyorlardı. Öfkeli, tehditkâr sesler duyuluyordu. Halkı galeyana getiriyorlardı. “Demek hâlâ Almanya’dalar, bu iyiye işaret.” Roma Radyosu’nun yayın yapmaması neredeyse hoşuma gitti. Demek ki hâlâ direniyorlardı, Almanların eline geçmemişlerdi. Yaşlı kadın tek sözcük bile etmiyordu. Korkuyla bize bakıyordu.

Fontane’de Cate’yi buldum gene, bana Fonso ve Mando’dan haber getirmişti, “Sapasağlam dönmüşler,” dedi. “Ama hiçbir şey becerememişler. Tono ve ötekiler, Nuove’de kapalılar.”

Ne var ki bir haber daha sardı: Bizim askerler kaçıyorlardı, kimse direnmeyi hayal bile etmiyordu.

XII

Bu kez de omuz silkmekle yetindim. Bugünlerde bu davranışı çok sık yineler olmuştum. Uzun zamandır beklenen kıyamet günü gelmişti işte. Uzaktan sakin görünen Torino, ormanlardaki yalnızlık, meyve bahçesi, artık hiçbirinin anlamı kalmamıştı. Ne var ki her şey aynen sürüyordu. Sabah güneş doğuyor, akşam karanlık çöküyor, meyveler olgunlaşıyordu. Şimdi bir umuda kapılmıştım, ayakta kalmak için bir merak geliştirmiştim: Kıyameti atlatabilmek, sonraki dünyayı yaşayıp öğrenmek istiyordum.

Omuz silkiyordum, ama tüm söylentileri yutarcasına dinliyordum. Arada bir kulak tıkıyorsam bunun nedeni, bu sözün arkasından gelecek olanları çok iyi bildiğimdendi ve bunu söyleyenin yüzüne bakacak cesareti kendimde bulamıyordum. Kurtuluş sanki gün meselesiydi, belki de saat, bu yüzden radyoya yapışmıştık, gözlerimizi gökyüzünden ayıramıyorduk ve her yeni sabah yeni bir umut fısıltısıyla uyanıyorduk.

Kurtuluş gerçekleşmedi. Mırıltılar arasında ilk kanlı haberler geldi. Pino’nun meyhanesinde, bir temmuz günü seslerin son kez alçaldığını hatırladım, arkama baka baka, adım adım oraya geri döndüm. Şimdi burada herkes arkasına bakıyor, kulak kabartıyordu. Henüz kapanacak yerler açıklanmamıştı, ama şimdiden tehditler, beklenmedik davranışlar her köşeyi kuşatmıştır.