Dino’nun mimiklerini, kadınların sessizliğini - ve en canlı, en aydınlık şey Nando’nun cesur gözleri idi, o genç gözlerde, görmüş olduğu savaşın izi bile okunmuyordu. Karısı şimdi gebeydi. Evleri de yoktu, yatakları da, ama bunu becermişlerdi ve bunun coşkulu heyecanı ona politikayı unutturmuştu.

“Öğretmen Bey, benim çocuğumu da okutacak mısınız?” diyordu gülerek, ama neşesi de, umudu da gergindi, yenikti; karısı bize kötümserlikle bakıyordu.

Ağustosböcekleri ötmeye başlayınca gidiyordum; sokağa çıkma yasağı yukarıda uygulanmıyordu, ama uzun zamandır bu patikalar ürkütüyordu beni. Torino’nun yollarında, geceleri saldırgan silah sesleri işitiliyordu, kim olduğu belirsiz serseriler, düzeni sağlayan haydutlar ortalıktaydı, artık oyunlar ve şakalar bile kan kokuyordu. Çoktan beri o adamların ellerine düşmüş olan Tono’ yu, ondan söz ederken utangaçça gülümseyen Fonso’yu düşünüyordum. Fonso bir anda Fontane’de beliriverdi, bazen gün ortası çıkageliyordu; ona atölyede çalışma saatlerini özellikle mi değiştirdiler, diye sordum. Bana göz kırptı ve cebinden bir kâğıt çıkarttı. İki dilde yazılmış bu pusulada postacı ve gece bekçisi olduğu yazılıydı. Bu son ayda öfkesi burnunda olmayan bir o kalmıştı, alaycılığı daha keskinleşmiş, daha da eğlenceli bir tip olmuştu. O ilk zamanlardaki huzursuz çıkışları, yararsız saldırgan konuşmaları, şimdi keskin bir gülüşe dönmüştü. Bir işi olduğu, ciddiye aldığı bir görevi olduğu belliydi, ama bundan söz etmiyordu. Zamanı olduğunda konuşkandı. Ama meşgul bir adamdı.

Fonso’nun olmadığı bir akşam, savaşı, gazete haritaları ve Dino’ya göstermek için getirdiğim atlas üzerinde tartıştık. Onu artık başka hiçbir konu ilgilendirmez olmuştu; uzun zamandır bütün kaprisleri Fonso’nun ve öteki delikanlıların bulunduğu kente, Alınanlara ve savaşa yönelikti. Fonso’nun ona verdiği sırlar, Nando’nun Balkanlardaki çarpışmalarla ilgili öyküleri, onu benden ve kadınlardan uzaklaştırıyordu. Nando bize Sırp dağlarındaki gaddar tuzaklar ve misillemeler konusunda feci şeyler anlatıyordu: “Her tarafta, Almanların varmasıyla böyle şeyler yaşanıyor, insanlar birbirlerini boğazlamaya başlıyor.”

“Bu pek Almanların suçu değil,” dedim. “Oraları barış zamanında da pazara bile silahla gidilen yerlerdi.”

Yaşlı kadın, Cate’nin ninesi, lavabo başından bize çevirdi başını.

“Yani Almanlar yapmıyor mu?” diye homurdandı Fonso’nun kız kardeşi.

Yaşlı kadın da: “Almanların suçu değil mi bu?” “Almanların suçu değil,” dedim. “Almanlar yalnızca zincirleri kırdılar, eski efendilerin güçlerini ellerinden aldılar. Bu savaş göründüğünden daha büyük. Şimdi insanlar, eskiden yöneten insanların kaçışını gördü, yaşadı ve artık halkı kimse tutamaz. Ama dikkat edin, insanların zoru yalnızca Almanlarla değil, ya da yalnızca Almanlarla değil: eski efendileriyle zorlan. Bu bir asker savaşı değil, öyle olsa yarın bile biterdi; bu yoksulların savaşı, umutsuz insanların açlıkla, sefaletle, hapisle, iğrençlikle savaşı.”

Yeniden herkes, Dino bile beni dinliyordu. “Bizimkileri ele alın,” dedim sonra. “Neden kendilerini savunmadılar? Neden kendilerini yakalatıp Almanya’ya gönderttiler? Çünkü subaylara, hükümete, önceki efendilerine inandılar. Şimdi yeniden faşistler başa geçti ya, yeniden kımıldanıyorlar ve dağlara kaçacaklar, tutukevini boylayacaklar. Savaş, asıl savaş, umutsuzların savaşı şimdi başlıyor. Ve bu anlaşılır tabii. Almanlara teşekkür etmek gerekiyor.”

“Ama beyinlerini patlatmak da gerekiyor,” dedi Nando.

Dino sürekli bana bakıyordu, beni dinleyen herkesin gömüldüğü sessizlikten etkilenmişti.

“Eğer ötekiler ellerini çabuk tutmazlarsa,” diye mırıldandım, “biz de Montenegro’dakiler gibi olacağız.” Yaşlı kadın bize öfkeli gözlerle bakıyor, bir yandan da yıkanacak tabaklar ile boğuşuyordu.

“O gün de gelecek,” dedim kalkarken, “burada tepede ölülerimizi çukurlara atacağız.”

Cate bana bakıyordu, ciddiydi. “Çok şey biliyorsun Corrado,” dedi yavaşça, “ama bize yardım etmek için hiçbir şey yapmıyorsun.”

‘Yarın Dino’yu benim evime gönder,” dedim gülerek, “ona bunları öğreteceğim.”

XIII

Artık hiç kuşku yoktu. Yıllardır bütün Avrupa’da yaşananlar şimdi bizde yaşanıyordu.