Eve geldiğimde salonda Elvira’yla karşılıklı koltuklarda oturmuş beklediklerini gördüm.

“Oh, Castelli.”

Castelli çevresine bakındı ve buranın gerçek bir ev olduğunu söyledi. O, kentte kiralık bir odada yaşıyordu, ev sahipleri köye gitmişler, onu yalnız bırakmışlardı.

“Burada hiç olmazsa sobanız var,” dedi gülümsemeden.

Sonra Elvira bize kahve yapmaya gitti. Ben okula ait bir şeyler söyledim, şakalar yaptım. Castelli dinliyordu, sanki aklında bir şeyler vardı. Şişmanlığı, sıkılganlığı beni bu kez de üzüyordu.

Kahve geldiğinde, daha asıl konuya gelememiştik. Elvira’ya şöyle dedi: “Az koyun lütfen. Bunu hak etmiyorum.” Kahvesini yudumlarken düşünüyordum: ‘Zavallıcık. Bir ailesi de varken neden yalnız yaşar ki?’

Tam kapıdan çıkarken sordum: “Söyle Castelli, ne oldu?”

Ancak dışanda, o soğukta açıldı. Ben de pardösümü giydim, çakılların üzerinde gezindik. Bana savaş çabuk biter mi diye sordu. Bunu salonda da sormuştu. “Seni askere almazlar merak etme,” dedim. “Benden de büyüksün.” Ama Castelli’nin düşündüğü bu değildi: “Sersemler,” diye homurdandı yan gücenik. Bu siyasi bir yargı değildi. Castelli siyasetle ilgilenmezdi. Yalnız yaşardı. Ama ona, okulda öğretmen olmanın, cumhuriyeti, yeni hükümeti tanımak, kabul etmektir anlamına gelmesi gerektiğini bildirmişlerdi.

“Bunlara güvenilir mi?” dedi bir anda. “Hiç olmazsa kimlerin elinde olduğumuzu bilsek.”

“Öncekilerin,” dedim ona, “hepsi masal, yalnızca şimdi daha bir canlandılar.”

“Peki bu iş nasıl bitecek?” diye ısrarla soruyordu. “Kim soktu senin aklına bu kuruntuları?” Anlamıştım, jimnastik hocasının işiydi bu, eski faşist ve demek başkanıydı. Kendini ele vermemek için beklentilerini açıklamıyordu ve bütün herkesi fırsatçılıkla ve faşist savaş konusunda utanılacak bir hafiflikle suçluyordu. “Karar vermek gerekli,” diye açıklamıştı ona, “vatan kişisel duygulardan önce gelir.”

“Lucini bu işlere ne diyor?” diye sordum Castelli’ye. “Demek ki o ya casus ya da savaş gerçekten bitti.”

Sonra da bunu söylediğime pişman oldum. Castelli uyuşuk uyuşuk gitti ve anladım ki kuşkular, korkular, binlerce kararsızlık yüreğimi sıkıştırıyordu. İki büklüm yürüyerek uzaklaştı ve gene Tono’yu düşündüm.

Konu, okulda bir daha açılmadı. Öğretmen arkadaşları, Lucini’yi yeniden gördüm, dersler başladı: Üst sınıflardan bazı çocuklar eksikti. Çıkışta hademeleri görmek, çocukların sesini işitmek, ödevleri vermek tuhaf geliyordu. Zil sesi eski günlerdeki gibiydi, her sefer beni yerimden sıçratıyordu. Sınıflar soğuk olduğundan paltomuzu çıkartamıyorduk, göçebe bir halimiz, geçici bir yaşantımız vardı sanki. Yeniden aynı lokantada yemeye başladım, doğrusunu söylemek gerekirse, burada Cate ile karşılaşıyordum.

Akşamları, onunla ve Dino ile tepeye çıkıyordum. “Para sahibi olmak,” dedim Cate’ye, “ve kimseye bağımlı olmamak isterdim.