Hani o hava akımlarında olduğu gibi. Benim ihtiyar haklı. Rahipler haklı. Hepimiz suçluyuz; hepimiz bunun bedelini ödemek zorundayız.
En önce ödeyen, en suçsuz olandı: Castelli. Çocukların huzursuzluğuna, müdürün sahtekâr konuşmalarına karşın, bizi fareler gibi bodruma tıkan yeni, vahşi bir hava akımına karşın, sınıfların açıldığı geniş koridorlar, çıplak avlu, alışılmış sessizlik, okulu hâlâ bir sığınak ve eski bir manastır gibi rahatlatıcı bir yer kılıyordu. Bazılarının huzuru ve iyiliği başka yerlerde bulacaklarını sanmaları tuhaf geliyordu bana.
Ama o adi Lucini karşısında şeytan kesilen ve bu arada bir iki özel ders de veren Castelli, Lucini’ye, nasıl olup da hâlâ bir yerlere katılmadığını sormadı. Birlikte avluda geziniyorlardı; Lucini kaşlarını çatıyor, o bodur ve saldırgan adam, dişlerini göstererek bir şeyleri onaylıyor gibiydi. Castelli, müdürle kısa bir toplantı yaptı ve günlerden bir gün dilekçesini sundu.
Bunu bana kuşkulu bir edayla söyleyen sekreter oldu. Şöyle yorumluyordu: “Ne mutlu şeker hastası olanlara!” Ama işler pek kolay yürümedi. Ben de müdürlüğe çağrıldım. Müdürün ses tonundan bir şeyler döndüğünü hissettim. Yanlış anlaşılmasın, bu bir soruşturma değildi. Buna gerek olduğunu sanmıyordu. Yalnızca, bir meslektaşımın karan hakkında bir şeyler biliyor muyum diye öğrenmek istiyordu, acaba bir şeyler konuşulmuş muydu, acaba bazı dış etkenler var mıydı?.. Sonra gücenmiş bir tavırla ekledi: “Hepimiz yuvamızda kalmak isteriz. Bugünlerde herkesin işine gelir bu. Ne iyi bir düşünce! Ama hepimiz için olası değil bu. Biz müdürler en göz önünde olanlarız. Sizin ve bizim her sözcüğümüzün hesabını vermek zorundayız...” Bir olayı hatırladım: Geçen yıl, kurulda bize müdüriyet ve öğretmenler arasında bu zor günlerde olması gereken güven ortamından dem vurmuştu. O zamanlar Lucini hâlâ faşistti.
Ben de kendimi tutamadım ve onun adını verdim. Sonra da dilimi ısırdım. Müdürün yüzü önce şöyle bir karardı, sonra gülmeye başladı. “Lucini Lucini’dir,” dedi bana. “Lucini’nin kim olduğunu hepimiz biliyoruz.”
“Ama ondan söz edilmiyor muydu?” dedim kızgınlıkla.
Şaşkınlıkla birbirimize baktık. O zaman müdür, sanki çok aptal bir öğrencinin karşısındaymış gibi derin bir nefes aldı.
“Castelli,” dedi bana, “Castelli. Haydi bakalım...” Dudaklarımı büzdüm ve ona baktım:
“Castelli mi?” dedim. “Castelli bir melektir.” Karşımdaki adam ayağa kalktı, kapıya gitti, dokundu ama yavaşça geri döndü. Bir adım atıp durdu, alnını kaşıdı. Sabırsızca soluk aldı. “Castelli, bana tedbirsizce bir konuşma yaptı,” dedi.
1 comment