Başı hâlâ duvara dayalıydı ve ona kekeleyerek şöyle dedim: “Siz Cate’siniz. Sen Cate’sin.” Ama artık beni yanıtlamıyordu. Sanırım gözlerini yummuştu.
Kalkma zamanı gelmişti, çünkü evlerine giriyorlardı. Şarabın parasını ödemek istedim, ama bana, “Boş ver,” dediler. Onlarla vedalaştım, Fonso’nun ve bir başkasının elini sıktım, Belbo’yu çağırdım ve hayretler içerisinde kendimi yapayalnız, yolda, evin o soluk cephesine bakarken yakaladım.
Az sonra villaya girmiştim bile. Ama çoktan gece olmasına ve saatlerin iyice ilerlemesine karşın Elvira beni bekliyordu. Merdivenlere tünemiş, ellerini kavuşturmuş, dudaklarını büzmüş bekliyordu. Yalnızca şöyle dedi: “Bu akşam alarm verildi. İnsan merak ediyor.” Başını eğdi, ben tabağıma gülümseyerek yemeğe koyuldum. O, ışıkta, çevremde döneniyordu, sessizce mutfağa giriyor, dolapları kapatıyordu. “Keşke her akşam böyle olsa,” diye mırıldandım. Hiçbir şey demedi.
Bir yandan lokmamı çiğnerken o karşılaşmayı, olanları düşünüyordum. Beni, Cate’den çok, zaman, yıllar ilgilendiriyordu. İnanılmaz bir şeydi. Sekiz mi, on yıl mı? Sanki unutulmuş bir odayı, bir dolabı açmıştım ve burada bir başkasına ait bir hayat, boşuna yaşanmış, riskler dolu bir hayat bulmuştum. Unuttuğum buydu, Cate değil, bir zamanların zavallı zevkleri değil. Ama o günleri yaşayan bir şeyler olacak korkusuyla olaylardan kaçan ürkek genç, çoktan adam olmuştu, o hâlâ çevresine bakınıyordu, yaşam neler getirecek diye bekleyen genç beni şaşırtıyordu. Benimle onun arasında ortak ne vardı ki? Ben onun için ne yapmıştım? O banal ve ateşli akşamlar, o rastlantısal riskler, bir yatak ya da bir pencere kadar tamdık umutlar, her şey uzak bir ülkenin, şimdi tekrar düşününce, böyle tadına bakıp da nasıl böylesine ihanet ettik diye düşündüğüm hareketli yaşamın anısı gibi geliyordu.
Elvira bir mum aldı, odanın dibinde durdu. Ortadaki lambanın yaydığı ışık huzmesinin dışında kalmıştı, yukarı çıkarken onu da söndürmemi söyledi bana. Merak ettiğini anladım. Odanın elektrik düğmesinin yanında dış lambanın da düğmesi vardı ve ben kimi zaman yanılgıyla bahçeyi ışığa boğuveriyordum. Kabaca, “Telaş etme, doğru ışığı söndüreceğim,” dedim. O elini boğazına götürerek öksürdü ve güldü: “İyi geceler.”
İşte, dedim kendime, yalnız kalınca artık o çocuk değilsin, bir zamanların risklerini taşımıyorsun. Bu kadın sana eve daha erken dönmen gerektiğini söylüyor, seninle konuşmak istiyor, ama buna cesaret edemiyor ve belki ellerini kavuşturup, belki yastığına gömülüp boğazını tıkıyor. Sana hazlar vaat etmediğinin farkında. Ama senin yalnız yaşaman bile onu oyalıyor ve bütün yaşantının şu lambada, şu odayla, senin için yıkadığı güzel perdelerle, temiz çarşaflarla sınırlı kalmasını umut ediyor. Sen bütün bunları biliyorsun, ama kendini tehlikeye atmıyorsun. Aradığın o kadın değil, bu tepeler.
Şöyle bir soru geliyor aklıma: Acaba bir zamanların Cate’si de böyle yanıldı mı? Sekiz yıl önce Cate neydi? Dalgacı, işsiz, zayıf, biraz hantal ve saldırgan bir kızdı. Benimle çıktığında, benimle sinemaya ya da kırlara gelirse, kırık tırnaklarını saklayarak kolumun altına sokuluyordu, ama bu nedenle bir şeyler umduğunu söyleyecek değilim. Benim Nizza Sokağı’nda bir oda kiraladığım yıldı.
1 comment