Acaba kiliseye gidenler, benim evdeki kadınlar, Santa Margherita cemaati, bu duyguyu yaşıyorlar mıydı? Acaba hapiste, bombaların altında, doğrulmuş tüfeklerin karşısında böyle bir huzur hisseden var mıydı? Belki de bu durumda ölüm daha kabullenilebilir bir şeydi. Ama bundan söz etmek olanaksızdı. Bu sanki kiliseye girmek, bir ayin izlemek gibi yararsız bir davranıştı. Tapınmanın, mihrapların, boş kubbelerin en güzel yanı, dışarıya çıkıp göğün altında temiz havayı solumaktı, kapı kapandığında da hâlâ özgür ve canlı olmaktı. Yalnızca bundan söz edilebilirdi işte.
Oturma odasının sıcak ortamında, tavandan yayılan ışık huzmesinin altında, Elvira dikiş diker, ihtiyar uyuklarken, kırağıyı, cesetleri, ormana kaçanları düşünüyordum. Neredeyse iki ay sonra bahar gelecekti. Tepeler yemyeşil olacak, yeni narin bir şeyler bu göğün altında yeniden doğacaktı. Savaş da ne yapacağına karar verecekti. Şimdiden akınlardan ve yeni çıkarmalardan konuşulur olmuştu. Bu, kaçmakta olan uçakların son atışları altında sığmaktan çıkmak gibi bir şey olacaktı.
Cate’ye kendi eğilimimden söz etmedim, ama o inançlı mıydı diye öğrenmek istedim. Şöyle bir yüzünü buruşturdu ve eskiden Tanrı’ya inandığını söyledi. Patikanın başında durakladı, -karanlık basmıştı bile, Torino’ dan dönüyorduk- bana, arada bir içinden dua etmek geldiğini, ama bunu önleyebildiğim söyledi. “Sinirleri sağlam olmayanlar,” diye gözlemlemişti, “hastanede bir işe yaramıyorlar.”
“Ama dua ettikçe sinirler sakinleşir,” dedim. “Baksana rahipler, rahibeler hep sakinler.”
“Dua etmekten değil,” dedi Cate, “onların mesleği yüzünden bu. Nelerle karşılaşıyor onlar.”
Hepimizin sanki bir hastane içinde yaşadığımızı düşündüm. Barış, yararsız bir ara verme, şimdi bana saçma geliyordu. Gerçekten de bundan konuşulamazdı bile.
“Olanaksız,” dedi Cate, “inanmadan dua edilmez ki. Hiçbir şeye yaramaz.”
Sanki sorularıma yanıt vermeye zorunluymuş gibi kuru kuru konuşuyordu.
“Oysa inanmak gerekli,” dedim. “Bir şeye inanmazsan yaşayamazsın.”
Cate kolumdan tuttu. “Sen inanıyor musun bunlara?”
“Hepimiz hastayız,” dedim. “İyileşmek istiyoruz. Bu içimizde bir yara. Onun var olmadığına, sağlıklı olduğumuza inanmalıyız. Dua eden biri, dua ederken sağlıklı gibidir.”
Cate şaşkınlıkla baktı bana. Bir gülümseme bekledim ondan, ama gülümsemedi. Ve şöyle dedi: “Gerçek hastaları tedavi edip iyileştirmek gerekir. Dua bir şeye yaramaz. Her şeyde böyledir. Fonso da böyle söylüyor: ‘Önemli olan yapılandır, söylenen değil.’”
Sonra Dino’dan söz ettik. Bu daha kolaydı.
1 comment