Birileri hemen koşup haberi yetiştirmişti. Belki de o ara evini karıştırıp kurcalıyorlardı. Nando’nun karısı evden kaçmakla aptallık yaptıklarını söyleyerek bağırıyordu. Şimdi gelip Fontane’de arayacaklardı onları.

Cate sıkıntıyla kimsenin konuşmayacağını söyledi ona.

“Giulia konuşmazsa elbette,” dedi en küçük kız kardeş.

Giulia’nın cesaretinden söz ettik. Zihnimi kurcalayan bir soru vardı, sormaya cesaret edemiyordum.

“Bir şeyler biliyor olsalardı,” dedi ihtiyar kadın, “sizi çoktan paketleyip götürmüş olurlardı.”

“Zavallı Giulia,” dedi Cate, “ona üst baş götürmek gerekir.”

O anda fark ettim ki, okulda hiç kimse Castelli için bunu düşünmemişti. “Hapishaneye paket götürülebilir mi?” diye sordum.

Derken bir otomobil sesi duyuldu, hepimiz sustuk. Motorun sesi giderek yaklaştı, nefeslerimizi de tuttuk.

Sonra geçip gitti, birbirimize bakarak derin bir soluk aldık.

“Paketleri onlara veriyorlar mı?” dedim.

“Bazen.”

“Ama önce onlar kullanıyorlar.”

“Önemli olan giysi değil, düşünce,” dedi Nando. Benim aklımdakini hiç kimse söylemedi. Yalnızca Dino biraz sonra atıldı: “Haydi bodruma gizlenelim,” dedi.

“Sen karışma,” diye azarladı annesi onu. Konu dönüp dolaşıp Giulia’ya geliyordu. “Asıl tehlike,” diyordu Nando, “kafası kızıp da onlara küstahlık etmeye kalkması. O insanlardan çok nefret ediyordu çünkü. Onu kızdırırlarsa...”

Gece olunca oradan ayrıldım. Cate ile Torino’da buluşmak üzere sözleştik. İçimde bir rahatlamayla karanlığa çıktım, Belbo beni bekliyordu. Bir an için beni korkuttu, ‘Köpekle tavşan masalına döndük,’ diye düşündüm.

Derken karnaval zamanı geldi ve söylemesi tuhaf ama, okula gitmek için her gün geçtiğim alan, çadır sahnelerle, yorgun ve isteksiz insanlarla, panayır ve satış tezgâhlarıyla doldu. Üşüyen cambazlar ve kocaman arabaları da oradaydı, o gürültülü ortam insanın hüznünü dağıtıyordu. Hâlâ yolculuk etmeye, yüzünü una bulamaya, bu kılıklarla gezmeye hevesli insanların olması mucize gibi geliyordu. Alanın yarısı bombalarla yıkılmıştı, işsiz birkaç Alman ortalıkta merakla dolaşıyorlardı. Tatlı şubat göğü, yüreğini açmıştı bize. Tepede, ıslak yaprakların altından ilk çiçekler açmak üzereydi. Kendi kendime onları arayıp bulmaya söz verdim.

Şimdi yollarda yürürken acaba peşime takılan var mı diye bakmıyordum çevreme. Cate tramvaydan inip bir süre yürüdükten sonra, yarı yolda ona katılıyordum. Henüz akşam alacası inmemiş oluyordu. Bana Giulia’ dan, ötekilerden haberler veriyordu. Giulia hakkında tek bilinen yaşadığıydı. Alman saldırıları ve misillemelerden söz ediliyordu. —Yarın öbür gün bir kadını da esir alıp duvara dayayabilirlerdi.

Fonso Torino’ya bir daha gelmedi: Dağda bahar için hazırlık yapıyorlardı. Fbntane’deki eşyalarını -Cate konuşmuştu- adamları gelip alacaktı. “Neyse,” dedim onlara, “elinizi çabuk tutun.