Bilimsel bir-iki işe başladım. İnsanları gördüm, yeni meslektaşlar edindim. Birkaç ay çok sıkı çalıştım ve kendimi bir geleceğim olduğuna kandırdım. Havadaki o kuşku gölgesi, herkesi saran o ateş, tehdit, yakındaki savaş, günleri daha canlı, riskleri daha anlamsız kılıyordu. Hiçbir şey olduğu yoktu ve her şeyin tadı vardı. Yarın neler olabileceğini hiç düşünmüyordum.

Şimdiyse bir şeyler oluyordu ve savaş vardı. Gecenin derinliğinde, lambanın ışık huzmesinde bunları düşündüm. Benim ihtiyarlar huzurla, acınacak biçimde öylece uyuyorlardı. Herkes eve girdikten sonra tepedeki alarmdan onlara neydi? Cate de uyuyordu ormanın ortasındaki evinde. Acaba hâlâ benim eski kabalığımı düşünüyor muydu? Ben sanki dünmüşçesine hatırlıyordum ve karşılaşmamızın böyle kısa ve karanlık olması üzmüyordu beni.

Birkaç gün, Torino’da çalışırken, yürürken, akşam dönerken, Belbo’yla konuşurken bunu düşündüm. Bir akşam meyve bahçesindeyken başka bir alarm çaldı.

Uçaksavar hemen ateş etmeye başladı. Darbelerle sarsılan odamıza çekildik. Dışarıda kurşunlar ağaçların arasında ölümün ıslığını çalıyordu. Elvira titriyordu, ihtiyar susuyordu. Sonra motor ve yıkılma gürültüleri duyuldu. Pencere sürekli kızarıyor ve bembeyaz parlıyordu. Bu, bir saatten fazla sürdü ve son birkaç silah sesi altında bahçeye çıktığımızda bütün Torino vadisi alevler içindeydi.

III

Sabah pek çok kişiyle birlikte kente girdiğimde uzaktan hâlâ patlamalar ve gürültüler yankılanıyordu. Herkes ellerinde çıkınlarla koşuşuyordu. Yolların asfaltı delik deşikti; yapraklar ve su birikintileriyle kaplıydı. Sanki dolu yağmıştı. Parlak ışıkta son yangınlar al al ve duman duman tütüyorlardı.

Okula, her zamanki gibi dokunulmamıştı. Beni karşılayan yaşlı Domenico, yıkıntıları görmeye gitmek için sabırsızlanıyordu. Gerçi şafaktan önce alarm kesildiği zaman çıkmıştı, herkes girip çıkarken, birkaç dükkâncı kapıyı aralık bırakıp da ışık süzüldüğünde (nasılsa kocaman yangınlar vardı) ve bir şeyler içilirken, toplaşmak hoş olmuştu. Gece, onun uyuduğu okul sığınağında neler olduğunu anlattı bana. Anlaşılmıştı, bugün ders yoktu. Zaten tramvaylar kapıları açık, öylece terk edilmiş duruyorlardı, kıyamet onları nerede yakaladıysa orada kalmışlardı. Bütün telleri kopmuştu, sanki ateşten bir kuşun çılgın kanadı bütün duvarlara değmiş ve oraları kirletmişti. “Zavallı sokak. Kimse geçmiyor,” deyip duruyordu Domenico. “Sekreter görünmedi daha, Fellini de görünmedi.