Vay canına... Nereden buldun onu?”
“Nereden mi? Bir oğlandan aldım canım...”
“Peki, karşılığında bir şey verdin mi?”
“Elbette... Mavi bir kart verdim, üste kasap amcadan aldığım bir barsak da cabası...”
“Nereden buldun bu mavi kartı?”
“İki hafta önce, Ben Rogers'tan almıştım, bir çember sopasına karşılık...”
“Ver bakayım... Kedi ölüsü ne işe yarar?”
“Siğilleri yok eder.”
“Nasıl?”
“Nasıl mı? Kediyi alıp mezarlığa gidersin, gece yarısı rüzgâr çıkıp ağaçların arasında ıslık çalmaya başladığında ‘rüzgâr kediyi, kedi siğillerimi alsın götürsün!’ diye bağırırsın. Sabaha kadar siğiller kaybolur.”
“Tamam anladım, sen hiç denedin mi?”
“Hayır, fakat Hopkins bana söyledi.”
“Oldu, inandım, onun bir sihirbaz olduğunu söylerler zaten. Huck, ne zaman parka gideceksin?”
“Hemen bu gece.”
“Ben de seninle geleyim mi?”
“Korkmazsan gel.”
“Korkmak mı? Şey... Yine miyavlayacak mısın?”
“Tabii, sen de bana miyavlayacaksın, unutma. Geçen defa ihtiyar Hays, ‘Şu kedilerin sesinden bıktım artık!’ diyerek başıma bir taş atıncaya kadar beni miyavlatmıştın.”
“O gece yanımda teyzem vardı, senin miyavlamanı duydum ama yanıt veremedim. Bu gece teyzem orada olmayacak ve miyavlayacağım. Şu siğillerden konuşuyorduk... Bundan biraz söz eder misin, hoşuma gitti de... Siğil belasını ucuz atlatacağız desene...”
“Dur bakalım! Acele etme... Her şey öyle kolay olur mu? Önce içi yağmur sulu bir ağaç kütüğü bulacaksın, ama bunu yöntemince yapmazsan hiçbir yararı yoktur, ağaç kütüğünü bulmanın... Tek başına gideceksin ormana. O kütüğü arayıp bulacaksın... Sonra kütüğün başında bütün bir gece beklemek gerekir... Gün ışımaya başlayınca, kütüğe geriye doğru arka arka giderek yaklaşacaksın... Sırtını kütüğe dayayıp, ellerini kovuğa sokup şunları söyleyeceksin: Ey koca kütük, yaşlı kütük! Sesimi duydun mu? Beni gördün mü? Ağaçtan, o koca kütükten, belli belirsiz, bir ses duyar gibi olacaksın... O incecik ses, sana şunları söylemek isteyecektir: Gördüm, gördüm... Sesini de duydum...”
“Sonra kütüğe şunları söyleyeceksin: Yaşlı kütük, koca kütük, pınar gibi tatlı o güzel suyundan bir damla da bana versene... Körelt şu siğillerimi; yaralarımı, berelerimi... Sağalt beni, kurtar derdimden...”
“Bunu dedin mi? Dedin... Sonra gözlerini yumacaksın, on bir adım sayarak uzaklaşacaksın kütükten. Olduğun yerde üç kez fırıldak gibi döneceksin, döndün mü, iyi... Artık, güle oynaya, eve gidebilirsin... Ne konuşma, ne görüşme... Hiç kimseye bir şey söylemek yok, anladın mı? Tılsımın bozulmaması için, buna çok dikkat etmelisin...”
“Doğrusu pek aklım almadı ama denemeye değer.”
“Siğil için bir başka ilaç daha var.”
“Söylediklerine aklım pek yatmadı, ama, Bob Tanner belki başka türlüsünü denemiş olabilir.”
“Evet...”
“Evet ama, elleri hep siğillerle kaplı değil mi onun?”
“Doğru. Herifin derisinde siğil olmadık tek bir yer kalmamış ki... Çürümüş kütük bulamamış besbelli... Bulsaydı hiçbir şeyi kalmazdı. Bak, benim elimde binlercesi vardı, hepsi anında yok oldu, neden? İşte bundan...”
“Ben oldum bittim kurbağalarla oynamasını severim, kurbağaseverliğim yüzünden siğillerim de pıtrak gibi bitiverir ellerimde; çürümüş bir ağaç kütüğü bulamayınca; Çünkü ormanda böyleleri her zaman bulunmuyor, ben de bakla ile geçiştiririm kimi zaman.”
“Ya... Baklanın iyi geldiğini ben de biliyorum, ne tuhaf değil mi?..
1 comment