Yirmi dokuz yaşında.. Daha şimdiden ağzında yirmi altı diş kalmış.. Buna da şükretmek gerek...
Reklâm afişlerine bir daha baktı. Medeniyetimiz can çekişiyor, diye düşündü. Daha doğrusu öyle olması gerek! Hem de rahat yatağında olmayacak ölürken.. Uçaklar gelecek. Vuwv - bum! Bütün Batı âlemi yok olacak!
Gittikçe kararmaya başlayan sokağa baktı. Sonra da camdaki kendi hayâline, ve gelip geçenlere.. Elinde olmaksızın tekrarladı :
«C’est l’Ennui - l’ceil chargé d’un pleur involontaire, li rêve d’échafauds en fumant son houka!» (Bu, sıkıntıdır - gözlerinde isteksiz bir ağlama çubuğunu tüttürürken darağacını düşünüyor.)
Para, para! Reklâm afişleri! Uçakların uğultusu
ve patlayan bombalar...
Kurşuni bir renk almış olan gökyüzüne baktı. Geliyordu işte uçaklar. Onları gerçekten gördüğünü hayâl etti Gordon. Sayısız uçaklar; sivrisinek bulutları gibi göğü karartan.. Dişlerinin arasından garip bir ses çıkartmaya başladı : Vuvvvv... Bütün kalbiyle duymayı arzu ettiği tek ses buydu şimdi.
2
Gordon, eve dönerken rüzgâr tam karşısından esiyor, genç adamın saçlarını geriye uçurarak onun geniş alnını iyice ortaya çıkartıyordu. Gelip geçenlere; bu havada palto giymeyişinin, tamamen bir alışkanlık ve zevk meselesi olduğunu anlatmak isteyen bir tavır takınmıştı. Gerçekte ise, onbeş şilin karşılığında rehine vermişti paltosunu.
Willowbed Yolu, aslında pek de kötü bir yer sayılmazdı; sadece biraz renksiz ve kasvetli bir semtti. Asıl kenar mahalleler ise az ötedeydi. Tipik bir aşağı-orta sınıf semti olarak nitelendirilebilirdi Willowbed. Birçok evin penceresinde kılıç çiçeğine rastlamak mümkündü burada.
Gordon’un evsahibesi Bayan Wisbeach, sadece bekârlara oda verirdi. Birer gaz lâmbasıyle aydınlanan tek yataklı odalar.. Isınma işini kendiniz halletmek zorundaydınız. isterseniz banyo yapmak ve yemek yemek de mümkündü bu evde.
31 numaralı evin sokak kapısının üzerindeki buzlu camda, bir gaz lâmbasının sarı ışıkları yansımaktaydı. Gordon cebinden anahtarını çıkartıp kilide soktu. Küçük, loş antre bulaşık suyu ve lâhana kokuyordu. Portmantonun üzerindeki tepsiye bir göz attı. Kendisi için bir şey gelmemişti. Mektup beklemenin yersiz olduğunu bildiği halde, yine de umutlanmaktan kendini alamıyordu. Canı sıkılmıştı : Bir mektup yazabilirdi Rosemary pekâlâ! Ondan en son dört gün önce haber almıştı. Sonra, dergilere göndermiş olduğu birkaç şiiri de vardı; bunlar da henüz iade edilmemişti. Hayatı yaşanabilecek hale getiren tek şey, akşamları eve döndüğünde kendisini bekleyen bir mektubun olmasıydı.
Holün sol tarafında hiç kullanılmayan bir oda vardı.
1 comment