Sonra merdivenler geliyordu. Hol, daha doğrusu koridor, nihayet mutfağa ve kendine has bir dokunulmazlık taşıyan, Bayan Wisbeach’ın işgal ettiği kısma açılıyordu. Gordon merdivenlere yönelirken, koridorun sonundaki kapı aralandı, ve bu aralıktan Bayan Wisbeach’ın suratı göründü, içeri girene.şüpheli bir bakış fırlattıktan sonra hemen kayboldu yine. Bu eve girip çıkarken gözetlenmemek imkânsızdı. Bayan Wisbeach’in, kiracılarından niçin şüphelendiği pek kolay açıklanamazdı. Yukarıya kadın arkadaş çıkarılmasından korkuyordu belki de. Bayan Wisbeach, pansiyon işleten o saygıdeğer hanımlardandı. Kırk-beş yaşlarında, tıknaz fakat çevik ve çok mütecessis bir kadındı. Güzel kır saçları, ve durumundan daima şikâyet eden bir hali vardı.
Gordon dar merdivenleri çıkmak üzereyken birden durakladı. Yukarıdan gür bir sesin «Kim Korkar Hain Kurttan?» şarkısını söylediği duyuluyordu. Sonra, otuz yedi - otuz sekiz yaşlarında, çok şişman bir adam dans edercesine merdivenlerden inmeye başladı. Güzel, gri bir elbise, ve sarı ayakkaplar giymiş, başına geniş kenarlı bir şapka oturtmuştu. Mavi paltosuna ise hiç diyecek yoktu. Flaxman’di bu; ilk kattaki kiracılardan. Saba Melikesi Tuvalet Eşyası şirketinin satış mümessiliydi. Gordon’u, portakal rengi eldiveniyle selâmladı.
Neşe içinde, «merhaba ahbap!« diye bağırdı. «Nasılsın?»
«Berbat» dedi Gordon kısaca.
Flaxman onun yanına geldi; kolunu şefkatle Gordon’un omuzuna attı.
«Boş veer, neşelenmeye bak! Nedir bu halin? canlı cenazeye dönmüşsün. Bak : şimdi Crichton’a gidiyorum ben, sen de gel.»
«Gelemem. Çalışmam gerek.»
«Saçmalama! Odana tıkılıp kalmanın ne mânâsı var şimdi. Gel Crichton’a gidelim birlikte, eğleniriz.»
Gordon, Flaxman’ın kolunu itti. Bütün ufak-tefek insanlar gibi dokunulmaktan hoşlanmazdı. Gerçekten de çok şişmandı şu Flaxman. Ama yine de bütün diğer şişman insanlar gibi, o da «şişman» kelimesini kullanmaktan şiddetle kaçınırdı. Onun, kendisini tarif etmekte kullandığı kelime, sadece «tıknaz» dı.
Flaxman şimdilik karısından ayrı yaşamaktaydı. Bir süre önce, Saba Melikesi Tuvalet Eşyası şirketi, bütün memurlarına otuz sterlin’lik bir zam yapmış; aynı zamanda Flaxman ve iki arkadaşını, yeni çıkardığı Seksapel rujunu Fransız firmalarına tanıtmak üzere Paris’e göndermişti. Bu zamdan, karısına söz-etmenin pek gerekli olmadığını düşünmüştü Flaxman. Paris’te hayatın tadını öylesine çıkarmıştı ki, bugün bile, (yani seyahatten üç ay sonra) oradan sözederken ağzının suları akıyordu. Gordon’a Paris hakkında neler anlatmamıştı ki.. Otuz sterlin ve Paris’te on gün!. Fakat ne yazık ki bir yerlerden öğrenmişti karısı durumu: eve döndüğünde kıyamet koptu.
1 comment