Karısı; on dört yıldır kullandıkları ve kendilerine evlenme hediyesi olarak verilmiş kristal bir şarap sürahisiyle başını yardı Flaxman’ın. Sonra çocukları da yanına alarak annesinin evine gitti. İşte Flaxman’ın Willowbed’deki sürgün hayatı böyle başlamıştı. Fakat şişman adam, duruma hiç de üzülüyor sayılmazdı. Boş ver bu da geçer, diyordu. Daha önce kaç kere oldu böyle.
«Hadi be ahbap!» diye ısrar etmekte, devam ediyordu. «Senin mâneviyatını düzeltmek için ne lâzım, biliyor musun? Bir kız! Evet, bir kıza ihtiyacın var senin.. Gel de birahanedeki yeni kızı bir gör. Müthiş bir şey!»
«Şimdi anlaşılıyor neden bu kadar süslendiğin.. » dedi Gordon, Flaxman’ın sarı eldivenlerine bakarak.
«Ne sandın ya? Tabii! Ama şahane bir sarışın! Bir görsen!.»
Flaxman dudaklarını şapırdattı. Bir an onunla gitmek için büyük bir arzuya kapılmıştı Gordon : Bir bardak bira, ne güzel olurdu! Ama ne yazık ki parası yoktu. Diğer insanların sırtından geçinmek ise hiç hoşuna gitmezdi.
«Beni rahat bırak Allahaşkına!» dedi, ve sonra bir kere bile arkasına bakmadan merdivenleri çıkmaya başladı.
Bunun üzerine Flaxman, küskün bir tavırla kapıya yöneldi.
Bugünlerde hep böyle ters davranışlarda bulunduğunun farkındaydı Gordon : Herkesle dostluk bağlarını koparmaktaydı. Tabii yine para vardı işin içinde! Cebinde para olmadıkça ne arkadaşlık kurabilirdin, ne de dostlarına iyi davranabilirdin. Hattâ gerekli medeni davranışlarda bile bulunamazdın parasız. Ansızın derin bir kendine acıma duygusuyle sarsıldı. Crichton’daki o sevimli birahanede olmak isterdi şimdi : o güzelim bira kokusu; ılık, parlak ışıklar; neşe dolu sesler; tezgâhın üzerindeki bardaklar.. Para, para! Karanlık, pis merdivenleri çıkmaya devam etti. Üst kattaki soğuk, yalnız odası onu bekliyordu.
ikinci katta Lorenheim diye birisi oturmaktaydı. Esmer, sıska, kertenkeleye benzeyen, yaşı ve ırkı belirsiz bir yaratıktı bu adam. Elektrik süpürgelerine müşteri bularak haftada otuz beş şilin kazanmaktaydı. Lorenheim’ın kapısı önünden daima hızla geçerdi Gordon. Zira bu adam, hayatta bir tek arkadaşı olmayan tiplerdendi, ve o yüzden herkesle sohbet etmek için fırsat kollardı. Öylesine bir yalnızlık içindeydi ki Lorenheim; eğer kapısı önünde adımlarınızı biraz yavaşlatsanız, hemen üzerinize atılıp sizi içeri sürüklemesi ve şimdiye kadar baştan çıkarmış olduğu kızlar ve ağzının payını vermiş olduğu patronlarla ilgili bitmez-tükenmez hikâyelerini anlatmaya başlaması işten değildi, üstelik, bütün diğerlerinden daha soğuk ve pisti odası : her yer, ekmek kırıntılarıyle doluydu. Bir kiracı daha vardı evde : Geceleri işe giden bir mühendis.. Gordon’un binde bir karşılaştığı, iriyan, soluk benizli, başından şapkası hiç eksik olmayan bir adamdı bu.
Karanlık odasına girdiğinde, Gordon el yordamıyle gaz lâmbasını buldu ve yaktı. Oda orta büyüklükteydi. Ne bir perdeyle ikiye ayrılacak kadar geniş ve ne de bir tek gaz lâmbasıyle biraz olsun ısınabilecek kadar küçük.. Çatı katındaki bir odada neler, bulunabilirse onlar vardı burada: tek kişilik bir yatak, kahverengi yer döşemeleri, el ve yüz yıkamak için bir leğen ve su testisi.. Pencerenin kenarında ise üzeri yeşil sırlı saksı içinde, hiç de canlı görünmeyen bir kılıç çiçeği...
Pencerenin hemen bitişiğinde, duvara dayalı, üzerine mürekkep lekeleriyle dolu yeşil bir örtü örtülmüş bir mutfak masası bulunmaktaydı. Gordon’un yazı masası buydu işte.
1 comment