Onu, uzun mücadelelerden sonra Bayan Wisbeach’den temin edebilmişti. Ama yine de mücadele bitmiş sayılmazdı : Gordon katiyen masasına el sürülmemesini istiyordu, üzeri karmakarışıktı : yazılmış, karalanmış, sonra yeniden yazılmış belki iki yüz tabaka kâğıt.. Sadece Gordon’un içinden çıkabileceği bir arapsaçı.. Bu masanın üzerindeki herşey kalın bir toz tabakasıyla kaplıydı; birkaç tane de içi izmarit dolu küçük kül tablası göze çarpmaktaydı. Köşede duran bir iki kitap dışında, Gordon’un kişiliğinin bir parçasıydı bu masa.
Çok soğuktu. Gordon gaz lâmbasını kaldırıp salladı : ancak birkaç saatlik yedek gaz kalmıştı içinde. Gözü birden yeşil sırlı saksısı içindeki kılıç çiçeğine takıldı: Bir âlemdi bu çiçek! Sadece yedi yaprağı vardı, ve yeni bir yaprak çıkardığını da hiç hatırlamıyordu onun Gordon. Bu çiçeğe karşı bir çeşit gizli düşmanlık beslemekteydi; birkaç defa öldürmeye kalkışmıştı: Su vermemiş, gövdesine sigara izmaritleri bastırmış, hattâ birkaç kere de toprağına tuz karıştırmıştı. Fakat bu Allahın belâsı şeyler birtürlü ölmek bilmiyorlar, en kötü şartlar altında bile soluk ve hastalıklı da olsa hayatiyet göstermekte devam ediyorlardı. Yaklaştı, ve gazlı ellerini çiçeğin yapraklarına sildi.
Tam o sırada merdivenlerden Bayan Wisbeach’-in cırlak sesi duyuldu :
«Bay Com-stock!»
Gordon kapıya gitti ve «efendim?» diye seslendi aşağıya.
«Yemeğiniz sizi bekliyor. Aşağı gelip yeseniz de, ben de bulaşıkları yıkamakta gecikmesem.»
Gordon aşağı indi. Yemek odası birinci kattaydı. Arka tarafta, Flaxman’ın odasının karşısında.. Soğuk ve havasız bir yerdi, en güneşli günlerde bile iyi aydınlanmazdı. Burada, Gordon’un sayısını tam olarak tespit edemediği kadar çok kılıç çiçeği vardı. Masaların üzerinde, yerlerde, pencere içlerinde; her yerde bunlardan bir veya birkaç tane bulunmaktaydı. Odanın alacakaranlığında ve etrafınızdaki bu çiçeklerle, kendinizi güneşsiz bir akvaryum içindeymiş gibi duyguya kaptırmanız mümkündü.
Gaz lâmbasından dökülen ışığın çevrelediği masanın üzerinde, gerçekten de onu beklemekteydi yemek. Sırtını şömineye dönerek oturdu (şöminede ateş yerine bir kılıç çiçeği bulunmaktaydı) ve soğuk et, tereyağı, (ancak bir fare kapanına konulabilecek büyüklükteki) bir parça peynir ve turşudan meydana gelen akşam yemeğini yedi. Üzerine de bir bardak soğuk fakat küf kokulu su içti.
Odasına döndüğünde, gaz lâmbası oldukça kızmıştı; üzerinde bir cezve suyu kaynatabilecek kadar., işte şimdi akşamın en Önemli olayı cereyan edecekti : evsahibesinin odalarda pişirilmesini kesinlikle yasaklamış olduğu bir bardak çay.. Gordon hemen her akşam, büyük bir ihtiyatla kendisine bir bardak çay demlerdi. Bayan Wisbeach, akşam yemeklerinde kiracılarına çay vermek zahmetine katlanmıyor; üstelik odalarda pişirilmesine de çok kızıyordu. Varsın kızsın!
Masasının üzerindeki karışıklığa tiksintiyle baktı. Çalışmak istemiyordu bu gece. Bir bardak çay içer, ne kadar sigarası kalmışsa onları tüttürür ve. sonra da Kral Lear ya da Şerlok Holmes’i okurdu. Kitapları, çalar-saatin yanında, rafta durmaktaydı: Shakespeare, Şerlok Holmes, Villon’un şiirleri, Roderick Random, Les Fleurs du Mal, birkaç da Fransız romanı.. Ancak bugünlerde Shakespeare ve Şerlok Holmes’den başka bir şey okuduğu yoktu.
Gitti, kapıyı araladı, dinledi : Bayan Wisbeach’in hiç sesi duyulmuyordu. Ama yine de çok dikkatli olmak gerekti; usulca yukarı çıkıp, insanı suçüstü yakalayabilirdi. Odalarda çay pişirmek, eve kadın getirmek kadar büyük bir suçtu bu pansiyonda. Kapıyı yavaşça kapattıktan sonra, yatağın altındaki bavulunu açtı, içinden küçük bir çaydanlık, ufacık bir ibrik, bir paket ucuz çay, bir bardak ve bir kutu da süt tozu çıkardı.
1 comment