Yalnız bir tanesi, -Gordon’un babası John- babasının son zamanlarında, ona karşı gelmiş ve evlenmeye kalkışacak kadar ileri gitmişti. Onlardan birisinin herhangi bir şey başarabileceğini, bir zamanlar yaşamış olduğuna dair dünyada bir iz bırakabileceğini tasavvur etmek imkânsızdı. Ne bir şey yaratabilirler, ne de bir şeyi yokedebilirlerdi. Mutiu muydular, mutsuz muydular; hattâ tam mânâsiyle yaşıyorlar mıydı? bilinemezdi. Doğru dürüst, kendilerini geçindirebilecek bir kazanç sağlamak kabiliyetinde bile değillerdi. Sadece, hayatın rüzgârlarına tâbi sürükleniyorlardı; işte o kadar.. Kısacası; orta sınıflar arasında çok rastlanan, hiçbir değişikliğin yer almadığı, o renksiz, hüzün verici ailelerden birisiydi Comstock Ailesi de.

Gordon, kendini bildi bileli, akrabalarını çok cansıkıcı kişiler olarak tanımıştı. O zamanlar, birçok amca ve teyzeye sahipti. Fakat hepsi de az çok birbirlerine benzerlerdi: Karamsar, neşesiz, gösterişsiz birtakım yaratıklar.. Hepsi de sağlık durumlarından biraz şikâyetçiydiler, ve hiçbir zaman (heyecanlı ve önemli bir olay meydana getirebilecek olan) iflâsa kadar varmayacak, ama yine, de sürekli bir para sıkıntısı içinde bulunmaktaydılar. Daha o zamanlar bile üreme, çoğalma içgüdüsünü kaybetmiş oldukları dikkati çekiyordu. (Hayatı tam mânâsıyle yaşayan insanlar, paraları olsun olmasın, diğer yaratıklar gibi hızla çoğalırlar.) Comstock Dede’nin on bir çocuğa sahip olmasına karşılık, bu çocuklar, gelecek kuşağa ancak iki üye bırakabildiler: Gordon ve ablası Julia.. Comstock’ların sonuncusu olan Gordon, 1905 yılında doğdu. (Aslında, ablasından sonra bir çocuğa sahip olmayı hiç düşünmemişti ana-baba.) Ve bu doğumdan sonra geçen koskoca otuz yıl, bir tek bebek daha getirmedi aileye. Hep ölüm., ölümler de bir yana bırakılırsa, yine hiçbir değişiklik yer almamış, kayda değer bir tek olay dahi cereyan etmemişti Comstock Ailesinde. Sanki ailenin bütün fertleri bir bedduanın kurbanı olmuş; hareketsiz, renksiz, kimsenin farkına varmadığı bir hayat yaşamaya mahkûm edilmişlerdi, öyle kişilerdi ki bunlar, sözgelişi bir otobüse binerken bile, kalabalık tarafından bir kenara itilir, oturacak yer bulamazlardı. Her davranışlarında geride, kalmak, onların bir özelliği olmuştu artık.

Nihayet, Comstock Dede onlara bir iyilik etti ve bütün servetini, aralarında oldukça eşit bir şekilde paylaştırdı. Böylece, kırmızı tuğlalı köşkün de satılmasından sonra, herbirine aşağı yukarı beş bin sterlin düştü. Babaları ölür ölmez, paraları yemeye başladı Comstock’lar. Ama hiçbir zaman öyle gürültülü bir şekilde değil.. Sözgelişi, servetini kadınlarla yemeye veya at yarışlarında kaybetmeye kalkışmadı hiçbiri de. Ama yine de, ufak tefek işlere girişiyor, birtakım yersiz yatırımlar yapıyor ve birkaç sene sonra da bu işlerden mutlaka zararlı çıkıyorlardı. Yarıdan fazlası, ömürlerinin sonuna kadar evlenemedi. Kızların bir kısmı ise, babalarının ölümünden sonra, âdet yerini bulsun diye başarısız bazı evlenmeler yaptılar. Erkeklere gelince : Hiçbir zaman ev geçindiremeye-cek durumda oldukları için böyle bir şeye kalkışmadılar tabii. Aralarında bir tek Angela Hala, ev denebilecek bir yere sahip olabilmişti. Diğerleri ise bütün ömürlerini daracık pansiyon odalarında tükettiler. 1934 yılında, bu kuşaktan sadece üç kardeş hayattaydı : 1916’da Clapham’deki akıl hastahanesine düşen Charlotte Hala, büyük bir talih eseri bir eve ve belirli bir senelik gelire sahip olabilen Angela Hala ve beş bin sterlinden elinde ne kaldıysa onunla geçinmeye çalışan ve arada sırada ufak komisyon işleri yapan Walter Amca...

Gordon, eski püskü elbiseler ve yahni yemeğinin hâkim olduğu bir atmosferde büyüdü. Babası, bütün diğer Comstock’lar gibi, cansıkıcı bir insandı. Ancak, onlardan biraz daha akıllıydı ve edebiyata karşı özel bir merakı vardı.