Bir şiirin ilk iki mısraı oluşmaya başladı Gordon’un kafasında :
Birden ürpertici bir rüzgâr eser
Eğilir kavaklar, çıplak ağaçlar
Güzel.. Beğenmişti. Fakat hemen günlük endişelerine döndü yeniden. Elini cebine attı, paralarına dokundu, insan böylesine züğürt olursa, oturup da nasıl şiirle uğraşabilirdi. Yine canı sıkılmıştı.
Hah! Bir müşteri.. Gordon hemen kendisine çeki - düzen verdi. Sonra müşteriyi incelemeye başladı.
Orta-yaşlı, siyah elbiseli, melon şapkalı, koltuğunun altında bir evrak çantasıyle şemsiye taşıyan bir adamdı bu. Bir dâva vekiline ya da bir belediye memuruna benziyordu, iri, açık renk gözleriyle camekânı süzmekteydi. Bakışlarında bir çekingenlik vardı. Tamam! Şu uzak köşedeki D. H. Lawrence’ın eserleri, değil mi? Açık-saçık bir şeyler okumak istiyor besbelli. «Lady Chatterley» in bahsini duymuş olacak.
Çirkin bir surat, diye düşündü Gordon. Gai’li herhalde. Dudaklarının kenarında memnuniyetsiz bir kıvrıntı var. Bütün kalbiyle onun içeri girmesini diledi. «Âşık kadınlar» romanından satmak isterdi ona.
Fakat hayır! Gal’li dâva vekili ürkmüştü birden. Şemsiyesini koltuğunun altına sıkıştırmış, kararlı bir tavırla uzaklaşıyordu. Ama hiç şüphesiz bu gece, karanlıklar utançtan kızaran yüzünü gizlediğinde, üçüncü sınıf bir kitapçıya dalacak ve Sadie Blackeyes’ın «Bir Paris Manastırında Cümbüş» adlı romanını satın alacaktı.
Gordon kitap raflarına doğru yöneldi. Sol tarafta yeni, parlak kuşe kapaklı kitaplar durmaktaydı. Müşterinin içeri girer-girmez gözüne çarpacak bir biçimde yerleştirilmişlerdi. Çekici, lekesiz sırtları gerçekten de göz alıyor; onları satınalmanız için sizi âdeta zorluyorlardı, Gordon, bakışlarını başka tarafa çevirdi. Kendi kitabını hatırlamıştı, iki yıl kadar önce yayınlamış olduğu o tek kitabı.. Tam yüz elli üç tane satmıştı. Hepsi o kadar..
Donuk bir bakışla, duvarları çepeçevre kuşatmış olan kitaplara bir daha göz attı. Nefret ediyordu onlardan, hepsinden nefret ediyordu. Yenisinden, eskisinden, değerlisinden, değersizinden., hepsinden. Bütün bu kitaplar ona kendi verimsizliğini hatırlatmaktaydı. Sözde bir yazardı o; fakat bir türlü yazamayan bir yazar!. Oysa bu raflardaki ciltler, iyi veya kötü bir emeğin ürünleriydiler.
1 comment