Otuz yıldan fazla, yani 1452'den 1485'e kadar, İngiliz soyluları, hem birbirlerine, hem de halka kıydılar. Güller Savaşı, Lancaster yanını tutan Henry Tudor'un, Bosworth meydan savaşında Üçüncü Richard'ı yenip York hanedanından bir prensesle de evlenerek, Yedinci Henry adıyla tahta çıkmasıyla, 1485'te, yani Thomas More yedi yaşındayken sona erdi. Bu arada ülkenin başlıca derebeyleri yıkılıp yok olmuş, Parlamentoya dayanan ve ticaretle uğraşan yeni bir orta sınıf, ekonomik açıdan ağırlığını duyurmaya başlamıştı. Yıllar yılı süren kısır bir iç savaş döneminden sonra, on beşinci yüzyılın sonlarına doğru, yani Thomas More'un tam yetiştiği sıralarda, İngiltere toparlanıyor, hem siyasal hem de ekonomik açıdan güçleniyordu. Halktan para sızdırmaya meraklı Yedinci Henry'nin ölümünden sonra, 1509'da, oğlu Sekizinci Henry'nin tahta geçmesiyle, ülkenin durumu daha da umut verici oldu. Hümanistleri ve tüm bilgili kişileri tutan, sanat hayranı, açık fikirli tipik bir Rönesans prensi olan genç kraldan çok şey bekleniyordu. Yüz Yıl Savaşı'nda İngiltere'yi Fransa'ya karşı desteklemeyen Papalık, İngiltere'de etkinliğini çoktan yitirmişti. Böylece, ileride göreceğimiz gibi, Sekizinci Henry'yle Papa'nın arası açılınca, ulusal duyguları artık iyice gelişen, bağımsızlığı isteyen İngilizler'in çoğu, ülkelerinin Roma'dan kopmasını olumlu karşıladılar. More'a gelince, Hıristiyanların ayrı mezheplere bölünmesini göze alamıyordu bir türlü. Ne pahasına olursa olsun, Hıristiyan dünyasının Papa'nın egemenliği altında bütünlüğünü korumasını istiyordu. Bu açıdan Chambers, onun ortaçağa kopmaz bağlarla bağlı kaldığını ileri sürer. Ne var ki More'un bu inancı, başyapıtı Utopia'da değil, kendi özel yaşantısında belirdi ancak ve sonunda ölümüne neden oldu.

Utopia'da ise, ortaçağın hiçbir izi bulunmaz ve Rönesans'ın tüm özellikleri görülür: Ortaçağ Hıristiyanlar'ı, insanların doğuştan günahkâr olduklarına inanırken Utopia'da insanların iyi olarak yaratıldıkları, doğru dürüst bir toplumsal düzende kusursuzluğa erişebilecekleri kanısı savunulur. Ortaçağ, şövalyelik ruhunu ve savaşkanlığı överken, Utopia'da her çeşit savaş, ancak kiralık askerlere yaptırılabilecek iğrenç bir uğraş olarak yerin dibine batırılır. Ortaçağ, ruhu yüceltmek amacıyla, tüm kötü isteklerin kaynağı bildiği bedeni ezmek isterken, Utopia'da bedene ve bedenin bazlarına ayrıca önem verilir. Ortaçağ insanları gerçek mutluluğu ancak ölümden sonra öteki dünyada ararken, Utopia'da insanların bu dünyada, yeryüzünde nasıl mutlu olabilecekleri anlatılır. Ortaçağ dinsel bağnazlığın karanlığı içinde bocalarken, Utopia düşünce özgürlüğünden yanadır ve tüm dinlere tam bir hoşgörü gösterir.

İşte bu yüzden, dinsel reforma karşı çıktığı halde, Thomas More'u Rönesans'ın bir öncüsü, vaktinden önce yaşamış bir Elizabeth çağı adamı ve sözcüğün her iki anlamıyla tam bir Hümanist sayarız.

THOMAS MORE'UN YAŞAMI

Öyle yazarlar vardır ki, yazdıklarını değerlendirmek için, onların yaşam öykülerini ve özel kişiliklerini ayrıntılı olarak bilmesek de olur. Hatta bu yazarları çok beğensek de, nasıl yaşadıklarını, ne biçim insanlar olduklarını ayrıca merak etmeyebilir, yazdıklarını okumakla yetiniriz sadece. Buna karşılık, sanki sofralarında oturmuş, sohbetlerini dinlemiş, dostluklarından yararlanmış gibi, içli dışlı, garip bir ilişki kurduğumuz kimi yazarlar da vardır. Neredeyse beş yüz yıl önce yaşadığı halde, Sir Thomas More, bunların arasında bize belki en yakın olanlarından biridir. Bu bakımdan onun nasıl yaşadığını, ne biçim bir insan olduğunu anlatmayı, hem ayrıca ilginç bulduğumuz, hem de ilerde değineceğimiz kimi çelişkilere ışık tutmak açısından gerekli saydığımız için, yaşamı ve kişiliği üstünde uzunca durmanın zorunluğuna inandık. Yalnız biz değil, More'u inceleyenlerin çoğu örneğin Sidney Lee, Karl Kautsky, R.W. Chambers aynı zorunluluğu duymuşlar, kitaplarında onun yaşamını ve kişiliğini tüm ayrıntılarıyla ele almışlardır. More'u tanıyan ya da ölümünden sonra üstüne bilgi edinen çağdaşları da, bu eşsiz adamın yaşantısına tanıklık etmek, bu konuda bildiklerini gelecek kuşaklara iletmek gerektiğine inanmışlardı herhalde. Böylece, More öldükten 29 yıl sonra dünyaya gelen Shakespeare'in yaşamıyla ilgili nerdeyse hiçbir şey bilmezken, More konusunda ayrıntılı bilgi vardır elimizde. Çünkü damadı William Roper, Thomas Stapleton, Nicholas Harpsfield, Ro. Ba. harfleriyle bilinen bir yazar, yeğeni William Rastell, torununun oğlu Cressacre More ve başkaları, More'un yaşam öyküsünü anlatmışlardır. William Roper'in kaynatasının ölümünden yirmi yıl kadar sonra yazdığı yaşam öyküsü bunların en değerlisidir kuşkusuz. Aşağı yukarı 70 sayfa tutan ve More'un yaşamını anlatırken başlıca bilgi kaynağımız olan bu kitapçığı R.W. Chamber, haklı olarak, "İngiliz dilinde yazılan yaşam öykülerinin herhalde en kusursuzu" diye tanımlar.