. Ona gösterilen bütün acayip şeyleri satın alır. Evi, garip eşyalarla dolu bir dükkâna benzer, bunları çevresine göstermekten ayrıca hoşlanır."

Erasmus mektubunda, "dünyanın en sevimli insanı" olan More'un, "dost olmak için dünyaya geldiğini, dost olmak için yaratıldığını" söyler. "More'un öylesine olağanüstü bir sevecenliği ve öyle tatlı bir huyu vardır ki, en güç durumlarda bulunan en kederli insanları bile avutabilir. Ona düşmanlık edenlerin bile yardımına koşarak, en kötü şeyleri bir sevinç kaynağına dönüştürebilir. Gerçek dosttur o. . Güç durumda olanların başlıca koruyucusudur."

Erasmus, More'un neşesine, güler yüzüne ayrıca hayrandır. Tanıdıkları arasında gülünç şeyleri en çabuk onun sezdiğini, "kendi kendisiyle de alay etmesini" bildiğini söyler. More, başkalarının düpedüz felaket sayacakları durumlarda bile, gülünecek bir yan bulur. Örneğin Francis Bacon'un Apophthegms'de anlattığına göre, ilk karısı erkek çocukları olsun diye hep dua eder dururmuş. Sonunda bir erkek çocukları olmuş ama, John'un zekâsı pek gelişmeyince, More karısına, "Erkek çocuğun olsun diye öyle yalvarıp yakardın ki, bu çocuk ömrünün sonuna kadar hep 'erkek çocuk' kalacak," demiştir. More'un ölümle yüz yüze geldiği zaman bile, şakalaşmaktan geri kalmadığını göreceğiz ileride. Onda en özlü, en derin düşüncelerini ve inançlarını şaka edercesine, en aşırı, en olmayacak şakalarını da son derece ağırbaşlı hallerle söylemek huyu da varmış anlattıklarına göre. More, bir dostunun ona şöyle dediğini yazar: "Şakalaşırken bile öyle ağırbaşlısınız ki, çoğu zaman ciddi olup olmadığınızı anlayamıyor insan." Daha sonraları göreceğimiz gibi, More'un bu huyu, Utopia'nın akıllara sığmayacak kadar yanlış yorumlara uğramasına neden olmuştur.

More'un İngiliz halkına en hoş gelen özelliklerinden biri de bu güler yüzlülüğü olduğu için, Elizabeth çağında oynanan Sir Thomas More'da Utopia yazarının bu yanı üstünde ayrıca durulur. Oyunun birinci perdesinde, More'un başka bir yargıçla nasıl alay ettiğini anlatan ve o sıralarda Londra'da dillere destan olan bir öykünün sahnede canlandırıldığını görürüz: Adı Scoresbie olan bu yargıç, parası çalınanları iyice azarlarmış; üstlerinde fazla para taşımakla hırsızları kışkırttıklarını, üstelik kendi ceplerini korumak gücünden bile yoksun olduklarını söylermiş. Bu çeşit sözleri çok dinleyen More, meslek arkadaşına bir ders vermeyi aklına koymuş: Londra'nın en usta yankesicilerinden birini çağırıp yargıca gizli bilgi vermek bahanesiyle onunla konuşmasını; bu görüşme sırasında da parasını çalmasını istemiş. Bu suçu yüzünden cezalandırılmayacağına da söz vermiş. Yankesici, More'a öylesine güvenirmiş ki, isteğini hemen yerine getirmiş. Soyulan Scoresbie kıyametleri koparınca, More, onun başkalarına söylediklerini, harfi harfine yargıç arkadaşına tekrarlamış. Ve gülünç duruma düşen Scoresbie, paraları geri vermeye hazır olan usta yankesicinin suçunu bağışlamak zorunda kalmış. Oyunun üçüncü perdesinde, More'un başka bir şakasını görürüz: Bir şölende, konukları eğlendirmek amacıyla bir oyun oynanmaktadır. Takma sakalı hazır olmadığı için oyunculardan biri sahneye çıkamayınca, More hemen onun yerini alır. Tuluat yaparak, oyunu aksatmadan yürütmesine, seyirciler de, oyuncular da hayran kalırlar. Aynı perdede More, gülmeyi ne denli sevdiğini anlatır Erasmus'a: "Erasmus, bil ki, neşedir yüzümü kırıştıran. Neşe beni bırakınca, mezarıma kavuşmaktır biricik dileğim." Thomas More, Baro'ya girdiği yıl, yani daha 23 yaşındayken Ermiş Augustinus'un ünlü yapıtı De Civitate Dei (Tanrının Beldesi) üstüne St. Laurence Kilisesinde yaptığı konuşmalarla, okumuş yazmış Londralılar'ın dikkatini çekmişti. Bundan iki yıl sonra, 25 yaşındayken Parlamento'ya girdi. Siyasal yaşantısında hiçbir ödün vermeye yanaşmayacağı daha o sırada anlaşıldı. Çünkü iplerini elinde tuttuğu kuklalar gibi, Parlamento üyelerine her istediğini yaptıran Yedinci Henry, kızını evlendirmek bahanesiyle Parlamento'dan haksız bir vergi koparmaya kalkıp da, üyeler de buna katlanır gibi olunca, Thomas More bir tek söylevle Kralın isteğini engelledi.