Şimdi

Saint-Loup'ların evinde bütün "tanıdıklarda rastlandığından, Gilberte, Odette'in yaşayış biçimini benimsemiş olsaydı bile, evine "gidilir", Gilberte'in, dul bir hanımefendi edasıyla, benimsenmemiş ahlâki yenilikleri kınaması tasvip edilirdi. Artık Dreyfus taraftarlığı, saygın ve olağan şeyler sınıfına girmişti. Kendi başına değerlendirilmesi söz konusu değildi; nasıl ki eskiden düşünmeden lanetleniyorduysa, şimdi de düşünmeden kabulleniliyordu. Artık shocking değildi. Önemli olan da buydu. Bir zamanlar öyle olduğu hatırlanmıyordu bile neredeyse; aynı şekilde, bir genç kızın babasının hırsız olup olmadığı da bir süre sonra unutulur. "Yo hayır, sizin sözünü ettiğiniz adam, eniştesi veya isim benzerliği olan biri. Babası hakkında en ufak bir suçlama yapılmadı," denebilir icabında. Aynı şekilde, her Dreyfus taraftarı da bir değildi elbette; Montmorency Düşesi'nin evine girip çıkan ve üç yıllık askerlik yasasını meclisten geçiren Dreyfus taraftarı, kötülerinden olamazdı. Her halükârda, affetmek, büyüklüğün şânındandı. Dreyfus taraftarlığına bahşedilen bu unutuş, Dreyfus taraftarlarına haydi haydi bahşediliyordu. Zaten siyasetin içinde Dreyfus taraftarı kalmamıştı, çünkü belirli bir dönemde, hükümette yer almak isteyen her siyasetçi, Dreyfus taraftarlığının başlangıçta (Saint-Loup kötü yola düştüğü sıralar), dehşet uyandıran ayrıksılığıyla temsil ettiği her şeyin, yani vatan hainliğinin, din düşmanlığının, anarşinin vs. zıddını temsil etse bile, Dreyfus taraftarı olmuştu. Dolayısıyla, M. Bontemps'ın, bütün siyasetçilerinki gibi görünmez ve yapısal olan Dreyfus taraftarlığı, tıpkı derinin altındaki kemikler gibi, gözden uzaktaydı. Eskiden Dreyfus taraftarı olduğunu kimse hatırlayamazdı, çünkü yüksek sosyete mensupları dalgın ve unutkandır; ayrıca aradan çok zaman geçmişti ve bu zaman olduğundan da uzunmuş gibi davranılıyordu, zira savaş öncesiyle savaş arasında, jeolojik bir çağ kadar derin ve uzun bir uçurum olduğu düşüncesi çok modaydı; milliyetçi Brichot bile, Dreyfus Davası'na değindiğinde, "O tarihöncesi dönemde," diyordu.

(Doğruyu söylemek gerekirse, savaşın getirdiği köklü değişim, hiç değilse belirli bir düzeyin üstünde, etkilediği zihinlerin değeriyle ters orantılıydı. En alt düzeyde, en sersem, en zevk düşkünü kişiler, savaşı umursamıyordu. Ama en üst düzeyde, kendilerini çevreleyen bir iç dünya yaratmış olanlar da, önemli olaylara aldırmazlar. Onların düşünce sistemini kökten değiştiren şeyler, görünürde kendi başına hiç önemli olmayan, ama onları hayatlarının başka bir dönemine taşıyarak zamanın düzenini altüst eden şeylerdir. Bunun kanıtını, böyle bir olayın esinlediği güzel sayfalarda bulabiliriz: Montboissier Parkı'nda bir kuşun ötüşü, muhabbetçiçeği rayihası taşıyan bir esinti, hiç kuşkusuz, Devrim ve İmparatorluk dönemlerinin başlıca olayları kadar önemli şeyler değildir. Buna rağmen, Chateaubriand'a, Mezar Ötesinden Anılar'da, çok daha değerli sayfalar esinlemişlerdir.) Dreyfus taraftarı ve Dreyfus aleyhtarı kelimelerinin artık bir anlamı olmadığını söyleyen kişiler, muhtemelen birkaç asır sonra, belki daha da yakın zamanda, boche[1] kelimesinin, tıpkı sans-culotte,[2] Chouan veya bleu[3] gibi, sadece meraklısı için bir değer taşıyacağını duysalar, hayretler içinde kalır, isyan ederlerdi.

M. Bontemps, Almanya tıpkı ortaçağdaki gibi parçalanmadan, Hohenzollern Hanedanı'nın çöküşü ilan edilmeden ve II. Wilhelm'e on iki kurşun sıkılmadan önce barış lafını duymak bile istemiyordu. Kısacası, Brichot'nun deyişiyle tam bir "aşırıydı ve bu da, kendisine verilebilecek en uygun yurtseverlik nişanıydı. Hiç şüphesiz, Mme Bontemps ilk üç gün boyunca, kendisiyle tanıştırılmayı Mme Verdurin'den rica etmiş olan insanların arasında biraz yabancılık çekmişti; belki tamamen cahil olduğu ve Haussonville soyadıyla herhangi bir unvan arasında bağlantı kuramadığı için, belki de aksine aşırı bilgisi yüzünden, Academie'de "Dükler Partisi" üyesi olduğunu duyduğu M. d'Haussonville, zihninde çeşitli çağrışımlara yol açtığı için, "Az önce tanıştırdığınız beyefendi Haussonville Dükü'ydü, değil mi?" diye sorduğunda, Mme Verdurin biraz hırçın bir tavırla, "Kontu, şekerim," diye cevap vermişti.

Mme Bontemps, dördüncü günden itibaren, Saint-Germain muhitine sağlam bir şekilde yerleşmeye başlamıştı. Ara sıra etrafında yabancı bir dünyanın bilinmedik kalıntılarını görmek mümkündü hâlâ, ama Mme Bontemps'ın hangi yumurtadan çıktığını bilenler, bunu civcivin üstündeki kabuk parçaları kadar doğal karşılıyordu. Ne var ki, on beşinci günde, kalıntıların hepsini silkelemişti; daha bir ay dolmadan, Mme Bontemps, "Levy'lere gidiyorum," dediğinde, bir açıklama yapması gerekmiyor, herkes Levis-Mirepoix'lardan söz ettiğini anlıyordu; geceleri, o akşamki bültende hangi haberlerin yer alıp hangilerinden bahsedilmediğini, Yunanistan'la ilgili son gelişmeleri, hangi saldırının planlandığını, kısacası, halkın ertesi gün veya daha sonra öğreneceği her şeyi, telefonla da olsa Mme Bontemps'dan veya Mme Verdurin'den öğrenmeden, yani adeta oyunun son provasını izlemeden yatağa girmek, hiçbir düşesin aklından geçmiyordu. Mme Verdurin, konuşmalarında, haberleri iletirken, Fransa'dan, "biz" diye söz ediyordu. "Durum şu: Yunanistan Kralı'ndan, Mora'dan çekilmesini talep ediyoruz vs., ona gönderdiğimiz vs." Ve bütün bu konuşmalarda, BGK[4] hiç eksik olmuyordu ("BGK"ye telefon ettim"); Mme Verdurin'in bu kısaltmayı telaffuz etmekten aldığı zevk, pek kısa bir süre önce, Agrigento Prensi'ni tanımayan kadınların, prensten bahsedilirken, cahil olmadıklarını göstermek için, gülümseyerek, "Grigri mi?" diye sormaktan aldıkları zevkin aynısıydı; huzur dönemlerinde sadece sosyete mensuplarının tattığı bu zevk, buhran dönemlerinde kitleler tarafından da paylaşılır.